DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK. Fıkra gibi... “SIĞIRLAR AYNI YERDE OTLUYORLARDI” Daha yedi yaşlarında babamın çiftliğinde traktörle çift sürüyordum. Traktör makine ve ekipmanlarına merakım daha o yaşlarda başlamıştı . Öğretmen Okuluyla birlikte Çınarlı Meslek Lisesinin Radyo-Elektronik bölümünün gece eğitimini bitirdim . Öğretmen okulunda öğrenciyken müdürümüz Tevfik Elmas'ın teşvikiyle , tarihte ilk defa Radyo-Elektronik kolunu kurdum . 19 yaşımda bir dağ köyüne tayin olduğumda , bilgilerimi hayata geçirmeye can atıyordum . O yıllarda Grundig marka transistorlu radyolar dokuz yüz , öğretmen maaşı da dört yüz elli liraydı . Yani bir transistorlu radyo iki öğretmen maaşına, bu günkü değeriyle altı bin liraya satılıyor, milletimiz düpedüz soyuluyordu . İzmir Çankaya Caddesinde elektronik hurdacıları vardı . Atılmış radyo kondansatörleri radyonun kalbidir , gerisi kolay ! Hurdacıdan aldığım parçalarla bir radyo otuz liraya mal oluyordu . Öğretmenlik yaptığım dağ köyünün elinden marangozluk da gelen muhtarı İrfan , muhtarlık binasında bana yer verip bir de çalışma masası yaptı . İşe koyulup radyo elemanlarını monte ettim . En sona hoparlörü kalınca , muhtara: -“Tut şu kablonun ucunu , hoparlörün dibine değdir” dedim. Değdirdiği gibi oyun havaları patladı ! Ankara radyosu çalıyordu ! Muhtar radyoyu kapıp sevinçle dışarı fırladı: -“Öğretmenimiz radyoyu icat ettiii !” diye bağırarak köy meydanındaki kahveye koştu . Köylü merakla kahveye doluştu . -“Üleen dokuz yüz gaymelik iş bu muymuş” diyorlardı . Onlar : -“Öğretmenimiz radyo icat etti “ dedikçe, Ben -“değil başkası icat etti , ben imal ettim” diye uyarsam da , onlar inatla : -“Sen icat ettin” diyorlardı . Önce muhtara , sonra da köylülerime radyo yapmaya başladım. Muhtar radyolara kutu yapıyor , hoparlör çıkışının deliklerini açıyordu . Kutunun yan tarafındaki kondansatör düğmesinden arama yapılıyor , skala olmasa da istasyonlar pekala bulunuyordu . Kimseden para da almıyordum ama onlar da çeşit ikramla memnuniyetleri gösteriyordu . Radyoya kavuşmaktan herkes çok mutluydu. Bir gün , bizim Uzun Memet radyosunu ağaca asmış tarlada çalışırken, devriyeye çıkan jandarma başçavuşu görüp yakalamasın mı : - Nedir ülen bu ? - Radyo başefendi . - Böyle radyo mu olur ülen ? - Öğretmenimiz icat etti . - Neee , kaçak radyo yapmış , tut onbaşı , zabıt tut ! Zaptı tutmuşlar . O yıllarda öğretmenlerin milletvekili gibi dokunulmazlığı vardı . Jandarma ya da polis karakoluna çağıramazlar, Milli Eğitim Müdürü ifade alır, gerektiğinde savcılığa sevk ederdi . Milli Eğitim Müdürümüz Ahmet bey, öğretmenimiz bana bir uğrasın diyecek kadar kibardı . Yanına varınca beni alıp kaymakama çıkardı ve: -“ O muhteşem mucit bu ! “ dedi ve kaymakam da suçumu yüzüme tebliğ etti . Radyoların yıllık vergisi vardı ve vergi kaçakçılığı nedeniyle radyo başına para cezası kesiliyordu . İzinsiz radyo imal etmek de casusluk gibi bir şeydi , yani sonu hapis cezası . Savcılığa sevk etmemek için , önce takdir edip , sonra bir sürgün cezası ile işi kapatarak , Ödemiş Bozdağlardaki Kızılkeçili köyüne sürgün ettiler ! Soruşturma kapanmış ama yurdumun geri kalmışlığının yaraları kapanmamıştı . Bahar aylarında Bozdağlar'a geldim , İsviçre gibi bir yer ! Bozdağların tepesinde son köy Karakeçili, buradan öteye sürülecek yer yok ! Köyü gezerken , içinde alabalıkların oynaştığı dere boyunda terk edilmiş üç su değirmeni gördüm . Elektriklisi çıkınca , bunların pabucu dama atılmış ! Birinin suyu var , kapağı kapatınca tribünden çıkan su insana çarpsa parçalar ! Yazık boşa akıyor ! O yıllarda hiç bir köyde elektrik yok . Hafta sonunu dar ettim . İzmir Sanayi Bölgesinde Manisalı Ahmet Tütüncüoğlunu buldum . Derdimi anlatınca yardımcı olup , jeneratör için gerekli parçaları bulmamı sağladı : alternatör , voltaj aralığı sağlayan kolektör ve kondüktör , jeneratörün miline monte edilecek kayış ve tribün kanatlarını kaynak yapacağım değirmen çarkı . Ahmet bey , o iyi yürekli insan , hepsini köyüme kadar kendi cipi ile getirdi . Bir kaç günde montajı tamamladım . Köy kahvesine , okuluma , camiye ve köy meydanına kılavuz aydınlatma için kablolar çektim . Açılış için akşam karanlığını seçtim . Köylü merakla toplanmış bakarken, suyun kapağını açınca , ortalık gündüz gibi aydınlık oldu . Suyun gücü neredeyse on beş köyü aydınlatacak elektriği üretebilirdi . Köylü sevinçten çığlık atıyordu . -“Sakın öğretmenimiz icat etti diye kimseler söylemeyin , başıma iş açarsınız” diye hepsine tembih ettim . O gece devreyi hiç kapatmadım , nasıl olsa bedavaydı ! Sabaha kadar efeler zeybek oynadı , kimi duayla , kimileri rakı içerek karanlıktan kurtuluşu kutladı . İki gün sonra basıldık. Tüm ilçe jandarması köyü basmıştı . - Emir aldık , sökün bunları yoksa fena olur ! Söktük . Kasabaya indim ve -“Sizin mevzuatınıza da, palavra eğitiminize....” diyerek istifamı verdim Oradan denizlere açıldım. Önce telsiz ve güverte vardiya zabitliği , ardından süper tanker süvariliği . Yıllar sonra memlekete döndüğümde gördüm ki ; değişen bir şey yoktu , sığırlar yine aynı yerde otluyorlardı . (Öğretmen Nedim ÇAKMAK) (Alıntıdır)