Turizm, çoğu zaman deniz, güneş ve tarih üçgeninde ele alınsa da, bugün dünya şehirlerini öne çıkaran en güçlü unsurlardan biri gastronomi. İnsanlar artık yalnızca görmeye değil, tatmaya da seyahat ediyor. İşte tam bu noktada Adana, kendine has mutfağıyla harika bir potansiyele sahip.

Adana kebabı, elbette kentin gastronomik kimliğinin en bilinen simgesi. Ancak Adana’nın gerçek gücü, kebabın çok ötesine uzanıyor. Çünkü bu şehirde yemek sadece karın doyurmaz; kültür, tarih, hatta bir yaşam biçimi taşır.

Kebabın Ötesindeki Zenginlik

Sıcak yaz günlerinde serinlik arayanların bicibicisi, sokak aralarında sabaha kadar dumanı tüten şırdanı, annelerin mutfak mirası analı kızlı çorbası, mahalle aralarında özenle hazırlanan içli köftesi… Bunların her biri, Adana mutfağını tek tip bir lezzetten çıkarıp devasa bir kültürel şölene dönüştürüyor.

Bu tatların her biri, turist için sadece bir yemek değil; kentin hikâyesine dokunmanın bir yolu. Örneğin şırdanı gece yarısı kalabalık bir sokakta tatmak, Adana’nın sosyal dokusunu da deneyimlemek anlamına geliyor. Bicibici, sıcağa karşı halkın geliştirdiği bir pratik çözüm olmasının yanı sıra, bugün Adana’nın yaz geleneği. Yani her tabakta, kentin belleği var.

Adana’nın geleceğini turizmle büyütmek istiyorsak, sofrayı elbette kebapla da ilerleteceğiz fakat bicibicinin serinliği, şırdanın cesareti, analı kızlının bereketiyle de sofrayı donatmak gerekiyor. Çünkü Adana mutfağı, bir tabağın içinde saklı koskoca bir şehir gibi: her lokması ayrı bir hatıra, her yudumu ayrı bir yolculuk.