Geçtiğimiz hafta Adana’nın sıcağına yenik düştüm. Klimanın serinliği kısa sürdü, ardından gelen öksürük, halsizlik ve ağrılar günlerce peşimi bırakmadı. Doktorların “dikkat edin” uyarıları kulaklarımda çınlarken, ben bir yandan klimayı kısmaya çalıştım. Ama nafile… Vücut direncim düşmüştü, hastalık yerleşmişti.
Bir hafta geçti, ama ne ağrılar dindi ne öksürük azaldı. Artık kendi kendime iyileşemeyeceğimi anladım ve hastaneye gitmeye karar verdim. Ancak bu karar, beni sağlık sisteminin başka bir soğuk yüzüyle karşılaştırdı; Grev.
Grev olacağını biliyordum, yine de umutla aradım hastaneyi. “Bakılıyor hastalara,” dediler. İçimde bir kıpırtı… Belki bir doktor, belki bir reçete, belki biraz rahatlama…
Hastaneye vardığımda ilk bakışta her şey normaldi. Ama danışmaya sorduğumda öğrendim ki, sadece birer doktor görevliydi her branşta. Diğerleri grevdeydi. Acil servisteki doktorlar ise “çok acil değilseniz bakamayız” diyordu.O an anladım ki, bu hastane bana şifa veremeyecekti.
Koridorda yürürken gözüm bir köşede bekleyen yaşlı bir amcaya takıldı. Elinde dosyası, gözlerinde umut… Belki o da benim gibi bir haftadır hastaydı. Belki bir ay önce randevu almıştı. Belki bu sabah “bugün iyileşeceğim” diye uyanmıştı. Ama şimdi o da benim gibi, çaresizce çıkış kapısına yöneliyordu.
Grev bir hak. Doktorlar da insan. Onların da dertleri var, yükleri ağır.
Ama biz hastalar…
Biz sadece bir ses, bir ilgi, bir çare arıyoruz. O gün hastaneden elim boş çıktım ama içim doluydu. Doluydu çünkü sağlık sisteminin eksikliği, sadece bedenimi değil, ruhumu da yormuştu. Belki bir gün, hastaneler sadece ilaç değil, anlayış da dağıtır. Belki bir gün, grevler hastaları değil, sistemi sarsar. O güne kadar, biz hastalar koridorlarda sessizce beklemeye devam edeceğiz.