24 Temmuz Basın Bayramı üzerine birkaç gerçekçi cümle.....
Gazetecilik nedir?
Sabah 06.00’da gözleri hâlâ yarı kapalıyken sokak sokak haber kovalamak mı? Yoksa eldeki manşeti üç kere silip tekrar yazmak mı? Ya da ajansa düşen bir bilgiyi, “Reklam iptal olur mu?” korkusuyla bir kelime eksilterek vermek mi?
Bu soruların cevabını tarih bize 24 Temmuz 1908’de verdi. O gün Osmanlı'da sansür resmi olarak kaldırıldı. Gazeteciler için bu karar, zincirlerin kırılmasıydı. Mürekkep özgürlüğün kanı oldu, kalemler sanki dans etmeye başladı. Ama gerçek şu ki, ertesi sabah yeni bir aktör sahneye çıktı: oto-sansür.
Devletin eli artık doğrudan mürekkep kutusunun üzerinde değildi, ama gazetecinin zihnine sızmıştı. “Şunu yazayım mı, yazmasam mı?”, “Bu başlık fazla dikkat çeker mi?”, “Acaba yayın politikamıza ters mi düşer?” gibi sorular, kalemin akışını hâlâ boğazda düğümleyen görünmez zincirlerdir.
Bugün hâlâ birçok gazeteci haberini üç filtreyle okuyor:
1. Doğru mu?
2. Dili düzgün mü?
3. Patron sinirlenir mi?
Ve bu üçüncü madde, ne yazık ki çoğu zaman ilk ikisinin önüne geçiyor.
Basın Bayramı kutlu olsun, ama...
24 Temmuz’u "Basın Bayramı" olarak kutlamak güzeldir. Ama asıl mesele, bu bayramın içini neyle doldurduğumuzdur. Kutlamalar afişlerle, paylaşımlarla olur. Peki, ya içeriği? Basın özgürlüğü sadece afişlerle mi yaşar, yoksa her gün, her haberle yeniden mi inşa edilir?
Bugün birçok gazeteci hâlâ bir buzdağının üzerinde yürüyor. Yukarısı aydınlık gibi görünse de aşağısı kırılgan. Her an bir haberle batabiliriz. Bir soru fazlası, bir isim eksikliği, bir başlık ayrıntısı... Teknoloji gelişse de baskı yöntemleri sadece şekil değiştiriyor. Eskiden doğrudan sansürdü, şimdi "yayın politikası", "reklam dengesi", "editoryal hassasiyet" gibi yumuşatılmış ama daha sinsi baskılar var.
Gazetecilik artık sadece haber yazmak değil, kelimelerle ip cambazlığı yapmak.
Öyle bir cümle kuracaksın ki; hem gerçeği söyleyecek hem de patronun, siyasetin, ilan verenin radarına yakalanmayacaksın.
Yani aslında: Söylemeden söylemek sanatı.
"Basın özgürlüğü her şeyi yazmak değil, yazdıklarının arkasında durabilmektir."
Bu cümleyi ezberleyelim. Çünkü basın özgürlüğü; “her şeyi yazabiliriz” demek değil, “yazdığımız her şeyin arkasında durabiliriz” demektir.
Ve işte tam da bu yüzden, bugün gazetecilik hâlâ bir direniş biçimidir.
Bir haberi yayına vermek, bazen bir manşet değil, bir duruştur.
Unutmayalım:
Sansürün kalktığı gün, sadece devlete karşı bir zafer değil, aynı zamanda vicdana karşı bir sorumluluğun da başladığı gündür.
24 Temmuz kutlu olsun... ama çayı da demli tutun.
Bu yazı daha bitmedi.
Çünkü kelimeler özgürleşse bile, gerçeklerin hâlâ zincirleri var.
Ve biz gazeteciler, o zincirleri kırmak için çay soğumadan yazmaya devam ediyoruz.