Güneşin alnında kavrulan şehirler. Gölge artık gölge değil; sıcak havayı filtreleyen bir perde yalnızca. Gündüz saatlerinde hayat duruyor. Dışarı çıkanların ayakkabısı asfalta yapışıyor, çalışanlar işlerini sıcakta sürdürebilmek için var gücüyle direniyor.
Gölgenin Ardında Kalan Hayatlar: Güneyde Yaşamak, Sıcakta Direnmek
Bir memlekette iki gerçeklik yaşanıyor: Biri 35 derecelik sıcakta “bunaldık” diyenlerin gölgeye kaçtığı Kuzey; diğeri 50 derecenin kavurduğu Güney. Ve bu yaz sıcağı, artık sadece meteorolojik bir olay değil, sosyal adaletsizliğin görünür hâli.
Yayla, Deniz ve Gerçekler
İmkanı olanlar yaylalara sığınıyor. Sıcağı bir tatil fırsatına çevirenler deniz kenarlarında buzlu içeceklerini yudumlarken, şehirde kalanlar nefes almakta bile zorlanıyor. Bu iki manzara, toplumda uçurumların ne kadar derinleştiğini gösteriyor.
Bir tarafta klimalı villalarda serinleyenler.Diğer tarafta elektriği dahi tasarrufla kullanan evlerde uyuyamayanlar! Çocuklar dışarı çıkamıyor, yaşlılar hastanelik oluyor, işçiler sıcağa rağmen çalışmak zorunda kalıyor.
Bu Sıcaklar Tesadüf Değil
Her yıl biraz daha artan sıcaklıklar, küresel ısınmanın sadece kutup ayılarını değil, Adana’daki teyzeyi de etkilediğini gösteriyor. Gölgelik alanların yokluğu, betonlaşmanın artışı, doğayla bağımızın kopuşu bu tabloyu daha da karartıyor.
Peki ya çözüm?
Belediyeler sadece asfalt yama yapmamalı; serinlik de bir hizmettir artık. Her mahalleye kamusal serinleme alanı, klimalı otobüs durakları, mobil su istasyonları, sosyal yardımlarda iklim dostu destekler.
Unutmayalım: Yayla bir ayrıcalık değil, bir ihtiyaçtır. Serinlik hakkı, yaşam hakkıdır. Güney halkı sadece sıcağa değil, unutulmuşluğa karşı da direniyor. Gölge yetmiyor, çünkü bu insanlar ışığın altındaki görünmeyenler.