HAKİMLER’İ ANLAMAK
“İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” (İ. Özel)
Bir haftadan beridir, medya organlarında, yoğun bir şekilde , on beş yaşında bir kız çocuğuna cinsel saldırıda bulunan sekiz kişinin beraatine karar verildiğinin işlendiğini görüyoruz. Heberler, cinsel saldırının gerçekleştiğine yönelik kati kanıtlar bulunmasına karşın, mahkeme heyetinin çocuğun istismara rıza gösterdiği gerekçesiyle beraat kararı verdiği ön kabulü üzerine bina ediliyor. Haberde geçen adliye Karaman adliyesi. Karaman adliyesinde çalışan bir Hakim olarak bazı hissiyatlarımı dile getirmekten bu nedenle kendimi alamıyorum. Ceza hakimi olmadığımı da belirtmek istiyorum.
Medyadaki haberlere konu edilen dava süreciyle ilgili her hangi bir söz söylemeyeceğim. Yargılama etkinliğinin tek bir öznesi vardır. O da insandır. Zanlı , mağdur, müdafi, Hakim. Tüm süjeler ilkin insan olarak vücut bulurlar. İnsan ruhunun tüm gizli taraflarıyla, kuytularıyla, kıvrımlarıyla karşılaşılabilir. İnsana ne kadar nüfuz edilebilirse, gerçeğe o kadar çabuk ulaşılır.
Türk edebiyatının yüzakı romancılarından Yusuf Atılgan’ın, ebediyete intikal etmesiyle yarım kalan romanı Canistan’da , besleme olarak büyüyen , sonra çete reisi olan bir çocuğun hikayesi anlatılır. Besleme olarak büyüdüğü çiftliğin sahibinin çocuğu ,onun en yakın arkadaşıdır. Çocukluk yıllarında, çiftlik sahibinin oğlu , besleme çocuğa, aslında çok da sevdiği arkadaşına, onun besleme olmasıyla , doğal olarak , kendisinden aşağıda olması gerektiği duygusunu uyandıran bazı hareketlerde bulunur. Roman, çete reisi olan besleme çocuğun, yıllar sonra, çocukken , kendisine yaşattığı bu duygu sebebiyle, çiftlik sahibinin çocuğu olan arkadaşına işkence ettiği bölümlerle başlar.
İşkence etmesinin yakın, güncel bir sebebi yoktur halbuki. Yara, derinlerdedir.
Bir kadın , evine zorla girilerek cinsel saldırıya maruz bırakılmıştır. Fail, uyuşturucu bağımlısı bir gençtir. Cinsel saldırının maddi bulguları da vardır. Ama kadın , saldırıyı uyuşturucu bağımlısı failin gerçekleştirdiğini söylemez. Otuz kırk yıl kadar önceki bir gönül macerasında , kalbini kıran adamı suçlar. Adam, yaşlanmıştır. İşinde gücündedir. Tutuklanması istenir. Sorgusunu yapan Hakim ,adamın yalvaç gözlerle aktardığı sözlerini duyunca, şüpheye düşer. Tevkif etmez. Adamı serbest bırakır.
O serbest bırakılma kararından sonra, medya organlarına haber geçilmiş olsa idi, “kapı kırarak eve giren, tecavüz eden zanlı serbest bırakıldı”, “ inanılmaz karar”, “ saldırıya uğrayan kadın, o kararı veren Hakimi Allaha havale ediyorum dedi” şeklindeki bir çok haberin günlerce yayınlanacağı muhakkak nazarıyla bakılması gereken öngörüdür.
Çünkü , son günlerde yayınlanan, bu yazının yazılmasına da sebep olan haberin yapılış tarzı göstermektedir ki, tiraj ya da reyting, gerçeklerden daha önemlidir.
Yalnızlık postacıların taşıdığı yüktür çoğu kez (Hasan Ali Toptaş)
Şairi düzeltmek gerek. Yalnızlık , aslında Hakimlerin taşıdığı yüktür çoğu kez. Kimsenin göremediği. Ama en çok gazetecilerin göremediği.
Yukarıda aktardığım olay gerçektir. Kısa bir süre sonra fail yakalanmış , şedit bir cezayla cezalandırılmıştır. Ama , kadının , eski gönül yarasından mülhem suçladığı adam tutuklansaydı , cinsel saldırı faili olarak duyulsaydı, kim , neyi yaşardı kimse düşünmez. Düşünmemiştir. Gazeteciler hiç düşünmemiştir. Öyle ya , onlar, sadece gerçeğin peşindedir. Halbuki, adam, intihar edebilirdi. Üniversite öğrencisi kızı okulunu bırakmak zorunda kalabilirdi. Eşi boşanmak isteyebilir, yuvaları dağılabilirdi. Yerlerini yurtlarını bırakıp göç etmek zorunda kalabilirlerdi. Adamın oğlu işten çıkartılabilirdi. Daha bir çok trajedi yaşanabilirdi.
İşte bütün bunlar , insanlar, onların hayatları kimin umurundadır ki, sırtlarına yalnızlığı yüklenen Hakimler’den başka.
Topluma sürgündür, kendilerine sürgündür onlar. Lal olur dilleri. Yalnızlık haleleri içinde, ancak, uzaktan, olanı biteni izlerler.
Bu yazıyı okuyanlar, ya da gazeteciler, şöyle bir şey düşünseler, her şeyi daha iyi anlayabilirler. Üniversite sınavına hazırlanan çocukları, yeğenleri, ya da başka bir yakınları, hiçbir kanıt olmaksızın cinsel saldırıyla suçlanıyor. Bu yakınları , yargı organlarınca tevkif ediliyor, cezalandırılıyor. Her biri bir enkaza dönüşmez miydi? Hele daha sonra o yakınlarının suçsuz olduğu anlaşılsaydı, isyan etmezler miydi?
Hakimler, insanların tüm hallerini düşünmek zorunda olan insanlardır.
Geçmişte , Ümraniye sapığı olarak suçlanan Bilal Akyıldız, Üzeyir Garih cinayeti faili olarak suçlanan Fuat Nalkıran , 2013 Eylülünde Nevşehir’de Japon turistlerin katili olarak suçlanan Mustafa Volkan Dilaver. Bu isimlerin tümü masumdu. Ama medya tarafından büyük bir hızla azılı suçlu ilan edildiler. Bilal Akyıldız , yaşadığı yıkımın etkisinden kurtulmak için estetik ameliyat olmayı bile düşündüm diyordu. Mustafa Volkan Dilaver , cezaevinde , diğer hükümlü-tutukluların kendisi için “onu bize verin” şeklinde haykırdıklarını açıklıyordu.
“Yalnızlık kendini her gün yıkıp her gün kuran çok eski bir handır” (Hasan Ali Toptaş)
Hakimler de kendilerini her davadan önce yıkarlar ve sonra yeniden kurarlar. Onların yıkılışını kimse görmez. Cinsel saldırıya maruz kalan çocukları gördükçe , ruhlarında kopan fırtınayı kimse bilmez. Yalnızlık duvarlarının arkasında dudaklarını kanatırcasına kemirdiklerinin, yumruklarını sıktıklarının kimse ayırdında değildir. Gazeteciler hiç değildir.
Hakimleri anlamak , insanı anlamakla mümkün olabilecektir.
Ama ne yazık ki, reyting ve tiraj, tüm anlamların üzerinde yer almaktadır.
İnsanı-Hakimleri anlamaya sıra gelecek midir, bilinmez..
HAKİM ERDOĞAN ÇİÇEK’TEN ALINTIDIR…!
Bu yazı 2015 tarihlidir. ..