FYODOR DOSTOYEVSKİ…
Fyodor Dostoyevski 45 yaşına geldiğinde yaşamı başarısızlıklar, borç batakları, ve sağlık problemleri ile dolu kumar bağımlısı vasat bir yazardı. Politik fikirleri yüzünden Sibirya’da geçirdiğiı sürgünden dönmüştü. Çalkantılı bir evlilikten sonra dul kalmış, çapkın, beş parasız, sürekli sara krizleri ile boğuşan, arkadaşlarının yardımı ile ayakta duran hiç de yakışıklı olmayan, hastalıklı görünüşlü bir adamı gözünüzün önüne getirin. İnsan, “Kim bu adama aşık olur ki?” diye düşünmekten kendini alamıyor.
Ama konu aşk olduğunda evren olanaksızı bir şekilde başarır. Ya da bir şeyler olanaksız gibi göründüğünde yaşam aşkı devreye koyar.
Dostoyevski, 1866 yılında abisini kaybetmişti ve onun ailesinin yükünü de üzerine almıştı. Borçlar içinde yüzerken acımasız yayıncısı ile bir anlaşmaya varıp ondan yüklü bir miktar para borç almak zorunda kalmıştı. Yapılan anlaşma gereği üç ay içerisinde taslaklarını daha önce yazmış olduğu “Kumarbaz” isimli romanını bitirip yayınevine verecekti. Sürenin sonunda bunu başaramamış olur ise o günden sonra yazacağı dört romanı bilabedel yayıncıya verecekti ki bu onun sonu demekti. Üç ay, bir roman yazmak için zaten yeterince kısa bir süredir ama bu sürenin ilk iki ayını Dostoyevski tek bir satır bile yazmadan geçirdi. Gelecek için ümidini kaybetmek üzere iken arkadaşlarına açıldı. Bunun üzerine onu çok seven bir arkadaşı sürenin bitimine 26 gün kala Dostoyevski’nin evine 20 yaşlarında silik görünüşlü bir genç kızı getirdi. Kız steno okulundan yeni mezun olmuştu ve işsizdi. Arkadaşı Dostoyevski’ye şunları söyledi;
– Seni Anna ile tanıştırayım. O bir stenograf. 26 günde bir romanı yazamazsın ama aklından geçenleri durmadan hızlı hızlı söyleyebilirsin. Anna söylediklerini kağıda dökecek ve romanı birlikte yazacaksınız. Senin son ümidin şu gördüğün genç kız. Hadi çalışın.
Anna yıllar sonra yazdığı anılarında o ilk gün Dostoyevski’den hiç hoşlanmamış olduğunu yazmıştı. Ama o gün hemen işine sarıldı ve 19 yaşındaki genç kız ile Dostoyevski hemen o günden başlayarak günler ve geceler boyunca birlikte çalıştılar. Ve 26. gün bittiğinde Dostoyevski bitmiş romanını kolunun altına alıp yayıncıya götürdü. Ama kurnaz yayıncı anlaşmayı kendi lehine sonuçlandırmak için yayınevini o gün açmamıştı. Romanın ertesi gün teslim edilmesi durumunda da Fyodor Dostoyevski anlaşmanın şartlarına uymamış sayılacaktı. Dostoyevski büyük bir yılgınlıkla eve döndü ve Anna’ya birlikteki çabalarının ne yazık ki işe yaramamış olduğunu söyledi, ve belki de ona olan borcunu da ödeyemeyeceği için özür diledi.
Anna ise hiç bir şey söylemeden roman metnini Dostoyevski’nin elinden kopararak aldı karakola gitti ve romanı o gün içerisinde komisere teslim ederek bir de tutanak tutturdu. Bu durumda ertesi gün yayıncının yapabileceği hiç bir şey kalmamıştı.
Genç kız eve dönüp de yaptığını anlatınca hemen o gün Fyodor Dostoevsky Anna’ya ikinci bir romana başlayacaklarını söyledi. Ve Anna’nın şaşkınlığını hiç fark etmemiş gibi yeni bir romanı dikte etmeye başladı. Yeni roman, yaşlı ve hasta bir ressamı ve ona yardım eden Anya isminde bir genç kızı tarif ederek başlıyordu. İlk paragraflar bittikten sonra Dostoevsky durdu ve Anna’ya titrek bir sesle şunları söyledi;
– Romanın burasında yardımına ihtiyacım var Anna. Bu yaşlı ve hasta ressamın ben olduğumu ve bana yardım eden Anya’nın da sen olduğunu düşün. Bu yazar romandaki Anya’ya evlenme teklif etse idi romandaki Anya, -yani sen -ne yanıt verirdi?
Anna anılarında o günü şöyle anlatır;
– Çok tedirgin ve heyecanlıydı. Lafı dolaştırıp duruyordu ama bana evlenme teklif ettiğini anlamıştım. Kaçamak bir cevap verirsem onun gururuna büyük bir darbe indireceğimi anladım. Ona benim için çok değerli olduğunu hissettirmek için elini tuttum ve onu sevdiğimi ve her zaman da seveceğimi söyledim.
Üç ay sonra evlendiler. Yaş farkları çok büyüktü. Dostoyevski sürekli sara krizleri geçiriyordu. Beş parasız olmak bir yana çok borçları da vardı. Dostoyevski’nin alıştığı düzensiz yaşam ve kumar tutkusu yazarın yakasını bırakmıyordu. Üstelik evlerinde Anna dan büyük yaşta arsız bir yeğen yaşamaktaydı.
Çareyi balayı bahanesiyle yurt dışına gitmekte buldular. İsviçre’de bir gece Dostoyevski kendini tutamadı ve rulet masasında bütün parasını kaybetti. Kaldıkları odaya geri döndü ve öfkeyle Anna’dan mücevherlerini vermesini istedi. Anna sessizce değerli neyi var neyi yoksa kocasına verdi ve Dostoyevski parasını kurtarmak amacıyla bir daha rulet masasına döndü. Sabaha karşı bitkin ve her şeylerini kaybetmiş bir şekilde odalarına döndüğünde Anna’yı odadaki tek koltukta büzülmüş hıçkırıklarını gizleyerek sessizce ağlarken buldu. Anna saatlerce hiç söylenmedi, şikayet etmedi ve sessizce için için ağlamayı sürdürdü. Sonunda Dostoyevski yere diz çöktü başını eşinin kucağına yasladı ve gözyaşları içerisinde
– Ne olur benden nefret etme ve beni sevmekten vazgeçme, Bu geceyi hayatım boyunca hatırlayacağım ve bir daha asla kumar oynamayacağım, dedi, Anna hiçbirşey söylemedi ve kocasının başını okşadı, o kadar. Günlüğünde o günkü düşüncelerini de şöyle yazmıştı;
– Yaptığının çok acı ve korkunç olduğunu bildiğini ve çok utandığını anlamıştım.
Dostoyevsky de eşinin cömert sabrı, bağışlayıcılığı, cesareti ve soyluluğundan çok etkilenmişti. * Ve o geceden sonra gerçekten de ölene kadar hiç kumar oynamadı.
Dostoyevski o geceden sonra kendini ve ailesini eşine teslim etti. Anna’nın günlüğünde şu satırları görüyoruz; “Yaşamda aşktan daha değerli bir şey yoktur. Ben her zaman, eşimin kusurlarını eleştirmeden önce hep kendimi yargıladım. Hayatımda 4 Ekim 1866’da onun evinin kapısından ilk kez girdiğimden sonra onun dehasına destek olmadığım tek bir gün olmadı. O da her zaman bana karşı nazik, cömert, merhametli, adil, ilgili, narin ve şefkatliydi ”
Evlilikleri boyunca Anna evi çekip çevirdi, çocukları büyüttü ve eşinin yazılarını temize çekti. Ama asla görüldüğü gibi silik bir kadın olmadı. Eşinin yapıtlarını yayınlamak için karlı bir yayınevi açtı. Pul biriktirmeye başladı ve öldüğünde çok büyük, değerli bir koleksiyon bıraktı. Dostoyevski’nin durmadan üretmesi için evinde huzur ve sevgi dolu bir ortam yarattı. Büyük yazarın bütün başyapıtları (Suç ve Ceza, Budala, Karamazov Kardeşler vsr vsr) hep Anna ile evlendikten sonra yazılmıştır ve bu kitapların hepsi halen dünyanın her yerinde kitapçı raflarını süslüyor, edebiyat fakültelerinde ders olarak okutuluyor.
Anna 16 yıllık kısa bir evlilikten sonra da 35 yaşında dul kaldı. Ölüm döşeğinde Dostoyevski karısına şunları söyledi;
– Sevgili Anna, bil ki seni her zaman tutku ile sevdim. Hiç bir zaman asla, asla seni düşüncelerimde bile aldatmadım.
Anna 37 yıl daha yaşadı. Çok genç dul kaldığını ve tekrar evlenebileceğini söylediklerinde şunu söyledi;
– Bu söylediğiniz bana küfür gibi geliyor, Dostoyevski’den sonra kiminle evlenilebilir söylesenize? Ancak Tolstoy olabilirdi, o da evli işte!
Yıllarca eşinin anısını canlı tutmak için konferanslar verdi kitaplarının tekrar tekrar basılması için çalıştı. Kitaplardan kazandığı parayla fakir köylü çocukları için okul inşa edip bağışladı. Her zaman saygı gördü ve kendinden bahsettirdi. 1918 de öldüğünde de torunları onu son isteğine uygun olarak kocasının yanına gömdüler.
Dostoyevski’nin çağdaşı bir yazar şunları söylemişti;
– Hiçbirimiz asla bir Dostoyevski olamayız. Çünkü bir kere hiç birimizin herşeyden önce bir Anna’sı yok.
(Alıntıdır)