Kahramanmaraşlı şairler, deprem anında yaşadıklarını ve edebiyata etkilerini anlattı

(AA)- İlk kez 1999'da UNESCO tarafından ilan edilen "Dünya Şiir Günü", çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Dil çeşitliliğine dikkati çekmek amacıyla 21 Mart'ta kutlanan Şiir Günü, şiir okumayı,...

Kahramanmaraşlı şairler, deprem anında yaşadıklarını ve edebiyata etkilerini anlattı
Yayınlama: 01.04.2023
A+
A-

(AA)- İlk kez 1999’da UNESCO tarafından ilan edilen “Dünya Şiir Günü”, çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.

Dil çeşitliliğine dikkati çekmek amacıyla 21 Mart’ta kutlanan Şiir Günü, şiir okumayı, yazmayı ve yayınlamayı teşvik etmeyi odağına alıyor.

Dünya Şiir Günü kapsamında AA muhabirine açıklamada bulunan Kahramanmaraşlı şair, yazar Tayyip Atmaca, “İnsan nasıl bir hayat yaşıyorsa o hayatın şiirini yazar. Şiir duygu ile yazılır ama bu duyguyu içinde besleyip büyüten şairler azaldıkça şiirin kalitesi de düşer.” dedi.

Atmaca, her ay edebiyat dergilerinde binlerce şiir yayınlandığına ama bu şiirlerden yüreklere dokunan şiir sayısının çok az olduğuna işaret ederek, şunları kaydetti:

“İnsan ister istemez yüreğine dokunan bir şiir bulabilmek için onlarca dergide iğneyle kuyu kazar gibi şiir arıyor. Şiir, her devirde mutlaka yazılacaktır ama insana dokunan şiirler geleceğe bir bergüzar olarak kalacaktır. Günümüzde şairlerin çoğu maalesef şiirin önüne geçerek sadece adının çok anılmasını istiyor. Oysa ki tarih boyunca milyonlarca şair gelip geçmiştir ama şiirinin arkasına gizlenen ve ‘şairim’ demeyi ar sayan şairlerin şiirleri kalıcı olmuştur.”

Şair Atmaca, kendini pazarlayanların şair olmadığına dikkati çekerek, “Şiir altın ve kıymetli elmaslar gibidir. Bundan dolayı da değeri olan şiire ulaşmak özel gayret gerektirir. Bu özel gayret neticesinde yazılan şiirler kalıcı olur. Bazı istisnalar hariç bir şiir kitabı onlarca baskı yapıyorsa ya şairde bir kusur vardır ya da şiir okurunda. Şiir elinize kaleme alınca yazılacak bir metin değil, yüzlerce şairin şiir kitaplarının yanı sıra yüzlerce hikaye, roman okuyarak, kelime hazinesini doldurduktan sonra yazılan sözün damıtarak metine dönüştürülmesidir. Toplumun şiir zevkini yine şairler çeşitlendirir bunun için de iyi şiirler yazmak gerekir.” ifadelerini kullandı.

“Acılarımla yüzleşmekten korkuyorum”

Deprem felaketinin etkilerine de değinen Atmaca, “Şairler bazen acıları bizzat yaşar, bazen de yüreğinde hisseder. Ben acıyı hala yaşıyorum. İçimde devamlı artçı sarsıntılarla gün boyu dolaşıyorum. Henüz acılarımla yüzleşemedim, yüzleşmekten de korkuyorum. Kelimeler devamlı dilimi kanatıyor. Bundan dolayı aklımdan geçen kelimeleri bir ahenk içinde şiir dizelerine dökemiyorum.” dedi.

Tayyip Atmaca, Kahramanmaraş’ta yaşayan şairlerin bir kısmının şu anda başka şehirlerde olduğunu, bazılarının ise depremde vefat ettiğini aktararak, şöyle konuştu:

“Ben depremin olduğu günden bugüne Kahramanmaraş’ta bizzat sahada, yıkıntıların arasında yeniden hayata tutunmaya çalışan insanlarımızın yaralarına merhem olmaya çalışıyorum. Yaşadığımız 7.7 ve arkasından gelen 7.6 depremin kulağımı çınlatan sesi ne şiirle anlatılır ne hikayeyle ne de romanla. İçimizdeki ve her an yaşadığımız artçı sarsıntılar bittikten sonra gönlümüzün yarası ancak sarılmaya başlar.”

Deprem olurken korkunç bir sesin ortaya çıktığını söyleyen Atmaca, “O anda sanki kıyamet kopmuş gibiydi. Bir an sonra evimiz ve şehrimizin dümdüz olacağını ve ailemle birlikte toprağın altında kalacağımı hissettim. Sadece dua ederek eşime ve çocuklarıma sarıldım. Henüz acılarımızla yüzleşmeye maalesef zamanım olmadı. O gün gelip acılarımla yüzleşmeye başladığımda belki bu acıların şiirini yazarım ya da bu acılar yazılmayı bekleyen bir şiir eskizi gibi yüreğimde bir kuş gibi çırpınır durur.” diye konuştu.

“Şiir en çok acıdan beslenir. Bu acıyı şiire yansıtmanın ne işe yarayacağını bilemiyorum”

Kahramanmaraşlı şair ve ressam Bünyamin Küçükkürtül de deprem felaketinin ardından kendilerini acıyla yoğurduklarını ifade ederek, “Derler ya ‘Neren acıyorsa canın oradadır’. Maraş’taki yazar, şair kısmı bu büyük felaketi ve sonrasını gördü. Hayatlarının büyük ve acıklı bir tepesi olarak önlerinde duruyor. Acıyan yerlerimizden bahsedeceğiz. Sonra nedenini, nasılını sorup soruşturacağız. Bu şiire, edebiyata da yansıyacak.” değerlendirmesinde bulundu.

Deprem sonrası afetzede şair arkadaşı Ali Büyükçapar’la görüştüğünü dile getiren Küçükkürtül, şu bilgileri verdi:

“Ona, ‘Sizin için ne yapabilirim?’ dediğimde, ‘Evim yıkıldı. Eşyalarımın bir kısmı onarılabilir halde. Fakat yazıhanemdeki 25 yıllık anılarım, binlerce kitabım, türkü kasetlerim, kaset çalarım toprağa gömüldü. Suyumuz, yemeğimiz var. Beni bilirsin, bana göre bir küçük koli kitap, bir küçük defter, bir pipo ve tütün temin edip gönderirsen bu sığındığım dağ köyünde ramazanı rahat geçiririm.’ dedi. Talep bu kadar, biraz tütün ve biraz kitap. Yani şair ne yaşadıysa onu yazacaktır.”

Hayatının büyük bir bölümünün Kahramanmaraş’ta geçtiğini ve yaşadığı mekanların tamamının yıkıldığını dile getiren Küçükkürtül, şöyle devam etti:

“Yürüdüğüm yollara tabutlar dizildi. Arkadaşlarımız ansızın göçüp gitti. Deprem kaygısını hep yaşardım. Bu büyük yıkım insanın muhayyilesini de aşıyor, hayretini de. Depremin haberini o dakikalarda aldım. Yakınlarımı aradım, sağ olduklarını öğrendim. Arkadaşlarımı aradığımda telefonu açmayanlar vardı. Günler geçtikten sonra onlarca arkadaşımın ölüm haberi gelmeye başladı. Şair, yazar arkadaşlara, abilere ulaşmak için uğraş veriliyordu. Recep Şükrü’lerin, Ahmet Doğan İlbey’lerin önce kitaplarına, not defterlerine ulaşıldı. Bu çok üzücüydü. Yırtılmış, toz toprak olmuş kitaplardan sonrası için görülecek olandan umutlu olmak zordu. O uzun dakikaların sonucu vahametti zaten. Yakınlarının cesetlerinin bulunmasına, sonra bütün halde çıkmasına mutlu olanlar vardı ve her zaman önce ve en çok yoksullar ölür kuralı şaşmadı. Recep Şükrü’yü deprem değil, yoksulluk öldürdü. Önce fakirin evi yıkılır, ayakkabısı yırtılır, dişi dökülür, yolu tersine gider. Şair Hüseyin Burak Us, deprem ertesi iki gün araba bagajında gezdirdiği annesini yıkayacak yitik suyu bulamadı. Öylece gömdü. Bunu yazacak bir kalem bulacaktır. Şiir en çok acıdan beslenir. Bu acıyı şiire yansıtmanın ne işe yarayacağını bilemiyorum. Maraş’ta ‘Deli başındakini çağırır’ diye bir söz var. İnsan dertlerini, hissettiklerini dile getirir en çok. Dilimin döndüğünce söyleyeceğim, yoksulluk hayati riskler taşır.”

Bünyamin Küçükkürtül, şiirin asla unutulmayacağının altını çizerek, “İnsanın olduğu yerde sanat, edebiyat az çok olur. İnsanlık tamamen robotlaşmadıkça, duygu oldukça şiir de olacaktır.” diye konuştu.

Şiir kitabı yayıncılığı konusunda Türkiye’nin hep alt seviyede kaldığını savunan şair, “Ülkemizde, insanların hayatında çok kez yer alan şiirlerin kutucuğu olan şiir kitapları, okuyucuyla buluşma hususunda rakamsal olarak en diplerdedir. Bu birçok şairimiz için böyledir. Evlerimizdeki kitaplığımızda şiir kitaplarının olduğu bölüm, o ev ahalisinin en yumuşak sığınağıdır. Bu duyarlılık yoksa bir evde, iyi insanların çoğalması zordur. Şairler iyi insanlardır. Şiirle uğraşmanın diğer sanatlar gibi maddi kazanımı yoktur. Şairler karşılıksız yazar. Esaslı şairlere baktığımızda, okuduğumuzda, onların dünya rahatsızlığına karşı masumane sözlerinin insanı onarma anlamında tutunacak merhamet dalları olduğunu görürüz.” şeklinde konuştu.

“Hayatın kandilleri hep olacaktır”

Kahramanmaraşlı şair ve yazar Duran Boz ise depremle birlikte Kahramanmaraş’ın hafızasının çöktüğüne değinerek, “Bunu yeniden kurmak elbette zaman alacaktır. İnsanların temel yaşam ihtiyaçlarını giderir gibi çöken hafızanın peşine düşmeleri gerekir. İnsanların bir araya gelerek bilgi, duygu alışverişinde bulunacakları mekanların ivedilikle hayata geçirilmesi gerekir. İnsan sonuçta birbirinin ufku olarak hayata dahil olmak zorundadır. Ufuksuz bırakan durumların sorgusunu yapmak da insana düşer.” dedi.

Boz, umutun her daim var olduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi:

“Hayatın sahibi olan varlık insana umut etme aşısı yapmıştır. Dolayısıyla umudun tükenir gibi olduğu bir noktadan yeni bir umut fışkırır. İnsan da yaşadıklarından hız alarak umudunu yitirmeden yarını kurma arayışına çıkar. Büyük acılardan büyük hayatlar zuhur eder. Başlangıçtan bugüne her şeyin bitip tükenme noktasına geldiği bir anda ışığın kendisini gösterdiğine insanlık şahitlik eder. Her bakımdan son ana kadar sürecek olan hayatın kandilleri hep olacaktır. İnsan, ışıksız kaldığı zaman, önünü yeni bir lambanın aydınlattığını görecektir. Bu nedenledir ki Mehmet Akif İnan’ın söyleyişiyle ‘Acılar umudu buldurur bize’. Kaybolan, yitiğini arayan, çileye soyunan insan için bunun ötesinde bir yol yoktur. Şimdilerde Maraş, bir hayalet şehir görünümündedir. Her bakımdan yaralanmış, yara almıştır. Hayatını sürdüreceği imkanların peşine düşmüştür. Kadim geleneğinden aldığı hızla Maraş, coşkun şairlerin birikiminden aldığı hızla da yazma, okuma, söyleme yatağını genişletecektir. Ama bu birdenbire olmaz. ‘Adamın su gibi akanı’ olarak Maraşlı, içte derinleşme evresinin ardından yazısı, öyküsü, şiiri, sözü ve sazıyla konuşma sırasını alacaktır. Bu durumun çok uzun sürmeyeceği kanısındayım.”

“İnsan, toprağın sesini duyacak ve başkaldırışını yorumlayacaktır”

Şair ve yazar Duran Boz da gün geçtikçe Türk toplumunun edebiyat birikiminin arttığını vurgulayarak, “Bu birikimin içerisinde, şiirin geleneğimizden aldığı hızla var oluşunu zenginleştirerek devam ettiğini görüyoruz. Edebiyat dergilerinde, yeni isimlerin şiirlerini okuyoruz daima. Toplumun şiirsiz olamayacağına dair kabullerle şiirin hep var olacağını düşünüyorum. Bazen geriye çekilir gibi olsa da şairlerin sesi bütünüyle kaybolmuyor. İnsanımız hala türkü ve şiir söylemekle şiir yazmakla söze olan güvenini açığa vurmaktadır. Çünkü uygarlığımız şiir uygarlığıdır. Sözün anlamını arama ve kavramayı öneren bir uygarlıktır. Özetle şiir, uygarlığımızın güçlü damarı olarak yazılmaya, okunmaya, üzerinde düşünülmeye devam ediyor.” değerlendirmesinde bulundu.

Deprem sırasında Kahramanmaraş’taki evinde olduğunu kaydeden Boz, şunları aktardı:

“Öncesinde büyük bir gürültüyle irkildim. Arkasından da bitmek bilmeyen bir sarsılışla uzun süre sarsıldım. Sarsıntı bitince de bulabildiğim giysilerimi alarak bahçeye indim. Kimseyle haberleşme imkanı olmadığı gibi temel insani gereksinimleri karşılayacak bir durum da yoktu ortada. Doğruca kızımın evin önündeki arabasına sığındık ailece. Birkaç gün arabalar evimiz oldu. Neredeyse günün bütün saatlerini arabalarda geçirdik. Birkaç şişe su ile yakınlardaki fırında pişirilen birkaç ekmek alıp ihtiyaçları giderdik. Sonraki birkaç gün de aynı şekilde bulabildiklerimizle ihtiyacımızı karşıladık. Başkaca seçenek yoktu ortalıkta. Bir belirsizlik hali mevcuttu. Bu şartlarda doğrusu bir şey de düşünemiyor insan. Koyu bir yalnızlık hissediyorsunuz o kadar. Yazı ve şiirlerime depremin nasıl yansıyacağı konusunda şimdiden bir şey söylemem zor. Elbette yazdıklarımın dip sularına depremde yaşananlar sinecektir. Belki de araya zamanın girmesiyle deprem yazıları, deprem hikayeleri, deprem şiirleri, deprem romanları birbiri ardı sıra gelecektir. İnsan, toprağın sesini yeni baştan duyacak ve toprağın başkaldırışını yorumlayacaktır. Yukarıda sözünü ettiğim üzere, araya zamanın girmesiyle her şey yatağını bulacaktır.”

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.