Eskiden semt pazarı demek, uygun fiyatla taze ürün almak demekti. Şimdi ise pazara gitmek, adeta bir bütçe kriziyle yüzleşmek anlamına geliyor. Her hafta aynı tezgâha giden vatandaş, aynı domatesin, aynı salatalığın etiketinde yeni bir rakam görüyor. Üstelik bu artışın neye dayandığı, kimseye açıklanmıyor.
Semt pazarına giden vatandaş kafasındaki tek soru acaba fiyatlar düştü mü ? Geçen hafta harcadığı para ile neler aldığını düşünerek pazarı gezmeye başladığında farkında olmadan pazarı boydan boya geçmiş oluyor. Geçen hafta 10 liraydı, bu hafta 15 lira neden? diye soran vatandaşa verilen cevap genelde aynı: “Halden pahalı geldi.” Ama hal fiyatları mı gerçekten bu kadar oynak, yoksa arada birileri mi fırsatçılık yapıyor?
Denetim nerede? Semt pazarları, belediyelerin denetiminde olmalı. Tezgâh açmak için yer kirası ödeniyor, düzen sağlanıyor. Ama fiyat etiketi konusunda bir boşluk var. Marketlerde bile ürünün fiyatı, gramajı, tarihi yazılıyken; pazarda “bugünlük bu kadar” mantığı hâkim. Bu da fırsatçılığa açık bir zemin yaratıyor.
Vatandaşın pazardan eli boş dönmesi, sadece ekonomik değil, psikolojik bir yıkım. Çünkü pazara gitmek, bir ihtiyaç değil; bir umut. “Belki burada daha uygundur” diyerek çıkan insanlar, eve bir poşet bile dolduramadan dönüyor.
Kim dur diyecek? Belediyeler mi, zabıtalar mı, ticaret odaları mı? Birilerinin bu kontrolsüzlüğe dur demesi gerekiyor. Fiyat denetimi sadece zincir marketlerde değil, semt pazarlarında da yapılmalı. Etiket zorunluluğu getirilmeli, hal fiyatlarıyla tezgâh fiyatları karşılaştırılmalı. Aksi halde semt pazarı, dar gelirli için değil; sadece nostalji sevenler için bir mekân haline gelir. Bugün pazara giden bir emekli, belki sadece iki domates alabiliyor. Bu tablo, sadece ekonomiyle değil, vicdanla da ilgili.