Organik tarım kimin için?

Organik tarım, çevreye ve insan sağlığına olan faydaları nedeniyle son yıllarda giderek daha popüler hale geliyor. Ancak, organik tarımın sınıfsal bir boyutu olduğu da tartışma konusu. Organik tarım ürünleri, konvansiyonel ürünlere göre genellikle daha pahalı. Bu da organik gıdalara erişimin daha çok varlıklı kesimlere mahsus olduğu anlamına geliyor. Bununla birlikte yenilenin ve yiyenin değişkenlik göstermesi de yiyecek algısındaki farklılıkların ortaya çıkmasına neden oluyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, organik gıdaların ortalama fiyatı, konvansiyonel gıdaların fiyatının iki katına kadar çıkabiliyor. Bu durum, özellikle yoksul kesimler için organik gıdalara erişimi zorlaştırabiliyor.

Organik tarım sınıfsallığa neden oluyor mu?

Organik tarımın bugün zenginlik veya sağlık ile ilişkilendirilmesinin nedenini anlamak için organik tarımın neden ve nasıl ortaya çıktığını anlamanın daha iyi olacağını söyleyen Çukurova Üniversitesi, Pozantı Meslek Yüksekokulu, Bitkisel ve Hayvansal Üretim anabilim dalı Öğr. Gör. Dr. Burcu Özbek Çatal, “Organik tarım fikri 1910'lu yıllarda ortaya atılmış, ancak hızla artan nüfusun gıda ihtiyacını karşılamak için "Yeşil Devrim" uygulanmaya başlanmıştır. Yeşil Devrim, yüksek verimli tohumluklar, monokültür tarım, yoğun girdi kullanımı gibi uygulamalarla yüksek verim elde etmek amacıyla yapılmıştır. Ancak Yeşil Devrim'in çevreye olan olumsuz sonuçları kısa sürede görülmeye başlanmış ve sürdürülebilir olmadığı anlaşılmıştır. Bununla birlikte, sürdürülebilir bir tarım modeli arayışı ile organik tarıma yönelim başladı” ifadelerini kullandı.

Burcu Özbek

Öğr. Gör. Dr. Burcu Özbek Çatal, organik ürünler ile doğal ürünlerin günümüzde karıştırıldığını, organik tarımdaki amacın doğal kaynakları kirletmeden insan ve diğer canlıların sağlığını azami derecede koruyarak, tarımda sürdürülebirliği sağlamanın yanı sıra çevre ve insan dostu bir üretim olduğunu ifade etti. Çatal, organik tarıma geçişin bir süreci olduğunu ve bu süreçte kurallara uygun yetiştiricilik olduğu taktirde ürünlerin sertifika aldığını dile getirdi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Bu süreçte verimde meydana gelebilecek azalma nedeniyle kısa vadede üretim miktarında beklenen artışın gelişmesi zor oluyor, bunun çeşitli sebepleri vardır. Ayrıca, Organik tarım kapalı sistemle gerçekleşir. Arazilerin çok küçük, parçalı ve birbirine yakın olması uygulamada sakıncalar yaratır. Bu durum organik üretimi olumsuz yönde etkiler. Bunun gibi nedenlerle, organik tarıma geçmek üreticileri başlangıçta tedirgin ettiği için (ekonomik kaygı) organik üretici sayısı ve üretilen ürün sayısı ile üretim miktarları nüfusun isteğini karşılamaya şimdilik yetmiyor. Bundan dolayı ürün fiyatları daha yüksek olmaktadır ve zenginler için üretilen ürünlermiş gibi algılanmaktadır. Halbuki sadece ürün fiyatındaki yükseklikten dolayı gelir düzeyi yüksek kişilerin çoğunlukta tercih ettiği bir durum oluşmaktadır. Bu kesim bir de bilinçliyse bu ürünlere talep ediyor, değilse zaten tüketmiyor”

“Dünyada gıda güvencesizliğinin azaltılması oldukça zor görünüyor”

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) 2022 yılı raporuna göre dünyada 2020 yılı itibarıyla sağlıklı beslenemeyen insan sayısı 3,1 milyara yükseldi. Asya ve Afrika sağlıksız beslenen insan sayısının en fazla olduğu bölgeler arasında.Organik tarımın sınıfsal dengesizliği ortadan kaldırıp kaldıramayacağı ve fakirlik ile yetersiz beslenmede organik tarımın rolü hakkında açıklamalarda bulunan Çukurova Üniversitesi, Pozantı Meslek Yüksekokulu Muhasebe ve Vergi, Muhasebe ve Vergi Uygulamaları Öğr. Üyesi Doç. Dr. Orhan Cengiz şu ifadeleri kullandı:“Her ne kadar uluslararası kuruluşlar, dünyada sağlıklı gıdaya erişime yönelik iyimser tahminlerde bulunsalar da dünya genelinde orta ve ciddi ciddi düzeyde gıda güvencesizliği yaşayan insan sayısı giderek artmaktadır. Şöyle ki 2014-2021 yılları arası dönemde gıda güvencesizliğine maruz kalan insan sayısı 1,5 milyardan 2,3 milyara yükselmiştir. Bahsedilen bu tablo karşısında organik tarımın gıda güvencesizliği, yetersiz ve sağlık beslenmeyi önlemede önemli roller üstleneceği bir gerçektir; fakat tarım-gıda şirketlerinin küresel ekonomideki tekelci konumları dikkate alındığında bunun gerçekleşmesi sanıldığı kadar da kolay olmamaktadır. Küresel ekonomide maksimum kârın birincil motivasyon aracı olduğu dikkate alındığında, küresel toplumun inorganik tarımsal ve gıda ürünlerine olan bağımlılığı giderek artmaktadır. Bu nedenle, tarım-gıda şirketlerinin tekelci gücü kırılmadan, tüm dünyada gıda güvencesizliğin azaltılması oldukça zor görünmektedir”

Orhan Hoca

Organik tarım sınıfsal dengesizliği ortadan kaldırır mı?

Organik tarımın sınıfsal dengesizliği ortadan kaldırma potansiyelinin olduğunu ifade eden Öğr. Gör. Dr. Burcu Özbek Çatal, “Tüketicileri bilinçlendirerek talebi artırmak, üreticileri bilinçlendirerek üretici sayısını arttırmak, ürün sayısını arttırmak ve üretim miktarında artışa neden olarak ürün fiyatını düşürmek mümkün. Ürün fiyatı düşerse sınıfsal dengesizlik ortadan kalkacaktır” dedi. Gıda güvenliği ve adaleti açısından, organik tarım ve lüks gıda tüketimi arasındaki çelişki ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Çukurova Üniversitesi, Pozantı Meslek Yüksekokulu, Otel, Lokanta ve İkram Hizmetleri dalı Öğr. Üyesi Doç. Dr. Dilek Say, “Lüks restoranlar müşterilerine lezzetli bir yemeğin yanında unutulmaz bir deneyim de sunarlar. Tabi bunu yaparken öncelikle bu restoranlar genellikle en kaliteli, en taze ve en egzotik malzemeleri kullanır. Bu, yerel olarak yetiştirilen organik sebzelerden, nadiren bulunan deniz ürünlerine, egzotik baharatlara ve lüks gıda maddeleri olan trüflere kadar her şeyi içerebilir” diye konuştu.

Dilek Hoca

Yemeklerin algısı toplumda nasıl değişiyor? Hangi gıdalar şimdi lüks ve prestijli kabul ediliyor?

Dünya üzerinde her millet farklı bir mutfak kültürüne sahip. Bu farklılaşmanın sebebi insanların din ve inanışlarının koyduğu sınırlar, yaşadığı coğrafyanın bitki ve hayvan varlığı olabilir. İnsanların tarımsal üretime dayalı yaşam tarzları veya konar-göçer bir yaşam tarzına sahip olmaları beslenme alışkanlıklarına yön veren unsurlar arasında.

Yemeklerin algısı toplumda zaman içinde büyük ölçüde değişiyor. Bu değişiklikler, kültürel, ekonomik, sağlık ve çevresel faktörlerin etkisi altında gerçekleşiyor. Öğr. Üyesi Doç. Dr. Dilek Say bunu şu ifadelerle anlatıyor:

“Yemekle ilgili duyusal algılarımızın toplamını lezzet olarak ifade ediyoruz. Lezzet dediğimiz haz; tat, aroma, damağımızda bıraktığı his olarak tanımlanır. Ancak yemeği yiyen kişi tarafından lezzet farklı algılanabilmektedir. Lezzet, yemeğin içerisindeki malzemelerin özgünlüğü, mekânın atmosferi, kültürel birikimi ve otantikliği ile doğru orantılıdır. Ayrıca kişilerin, sosyo-demografik özellikleri, kültürel ve dini inanışları, medya, genetik, çevre, hormonlar, o anki duygusal durumu, beden algısı, şişmanlık, iştah vb. birçok faktörden etkilenmektedir. Yiyeceklerin lüks ve prestijini etkileyen birçok faktör vardır. Bunları kullanılan malzemelerin kalitesi, sunum sanatı, restoranın konumu ve atmosferi. En belirgin faktör bu restoranların sunduğu yemeklerin fiyatları olmaktadır”

Kavurucu Adana sıcağına buzlu direniş: Döner ustalarından ilginç çözüm!
Kavurucu Adana sıcağına buzlu direniş: Döner ustalarından ilginç çözüm!
İçeriği Görüntüle

Küflü ve kurtlu yiyecekler neden lüksleşti?

Gıda trendleri ve restoranların küflü veya kurtlu yiyecekleri lüks haline getirmelerinin nedenlerini açıklayan Öğr. Üyesi Doç. Dr. Dilek Say, “Aslında küflü gıdalardan söz ederken bizim kontrollü koşullarda ürettiğimiz küflü gıdalar ile tarımsal ürünlerin doğal yapısında bulunan veya ürünün işlenmesi ve depolanması sırasında havadan, sudan, topraktan, kuş ve böceklerle taşınması ile bulaşan küflü gıdaları ayrı olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Bu ikinci gruptaki gıdalar zamanla bozulmakta ya da bozulma göstermese bile oluşturdukları metabolitler ile insan ve hayvan sağlığı açısından risk teşkil etmektedir. Tüketime uygun olan küflü gıdalar için ise özel olarak küflendirilmiş peynirleri örnek verebiliriz. Roquefort, camambert, stilton küflü peynirleri dünya mutfaklarında tüketicilerin tercih ettikleri çeşitlerdir. Bu peynirlerin keskin küflü aromaya sahip olması restoranlarda içecekler ile tüketilmesine hatta yemekten sonra ayrı olarak yenmesine bile olanak sağlamaktadır. Bu tür peynirler lüks restoranların peynir tabaklarında çoğunlukla yer alır. Tereyağı eşliğinde sunulur. Et, tavuk, hamburger, makarna soslarında, salatalarda, kanepelerde kullanılır. Bu çeşitlilik özellikle eğitimli damaklar için tercih unsuru olmaktadır. Zenginlerin küflü veya kurtlu yiyecekleri tercih etmesi toplumun beslenme ile ilgili hayat tarzının değiştiğini gösteriyor. Yiyeceklerin üretimi, tüketimi, hazırlanması içerisinde bulunduğu kültür ile ilgilidir. Zaman içinde etkileşimde olduğu insanlar, bulundukları coğrafya, yaşam koşullarının farklılaşması onların farklı tatlara yönelmelerine de neden olmaktadır” şeklinde konuştu.

Pazarlama, yiyeceklerin algısını değiştirmede önemli rol oynuyor

Emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Nurçay Türkoğlu, “Küflü gıdalar, sakatatlar, sarımsaklı mantılar gibi yiyeceklerin lüks haline gelmesinde nasıl sunulduğu, pazarlandığı muhakkak ki belirleyici… Kapıcı dairesinden gelen sarımsak kokusuna burun kıvıran bir kentli orta sınıf birey, lüks bir İtalyan lokantasında pizzasına ekstra sarımsak eklemek için yüksek fiyat vermeye hevesli olabiliyor. Tabi, sarımsak veya küflü gıda ve benzerlerinin lüks yemek haline gelmesinin ardında popüler ana akım medyanın, televizyondaki yemek programlarının, filmlerin, dizilerin, sosyal medya influencerlarının paylaşımlarının oluşturduğu imaj çalışmalarının büyük etkisi var. Belki sadece “Masterchef” yarışmalarının incelenmesi bile bu konulardaki trendlerin nasıl belirlendiğini gösterebilir” dedi.

Türkoğlu, “İşte, parası olanların mutlaka her zaman en iyiyi tercih ettiği gibi bir algıyı gösterebilir. Eskiden zenginlik göstergesi, toplumda görünür mal ve hizmetlerin sergilenmesi şeklinde karşımıza çıkardı; evler, arabalar, pahalı giysiler, mücevherler, davetler, düğünler vb. Sergilenen meta sadece ona sahip olabilme gücünü değil, zevk sahibi olmanın nasıl da bedene, hedonizme dair bir artı değer olduğunu gösterir. Bourdieu’nün ‘Ayrım: Beğeni Yargısının Toplumsal Eleştirisi’ kitabında da gördüğümüz gibi, kültürel zevk sınıfsaldır” şeklinde ifadelerde bulundu.

Prof. Dr. Türkoğlu 16

Kaynak: Haber Merkezi - Mahmut Aydın